22 Haziran 2012 Cuma

Şiddetin Okulu


Dachau Toplama Kampı

Hikaye gibi dinlediğimiz yüzlerce gerçek olay var. Fakat o olayların yaşandığı yerlere gitmek bir tokat etkisi yaratabiliyor. Sanki tüm o acı çeken insanlar hep bir ağızdan “Biz buradaydık, bizi unutmayın!” diye bağırıyorlar. Dachau Toplama Kampı da böyleydi benim için. Yahudi soykırımını anlatan “Piyanist”, “Schindler'in Listesi”, “Hayat Güzeldir” gibi filmleri izlesem de kamptaki banyoları, krematoryumu (ölü yakma fırını), gaz odasını görünce gerçeğin kucağına düşüverdim. O dakikadan itibaren artık orada vicdanınızla baş başasınız…

Akla ilk gelen soru şu: “Böyle bir katliam niye yapılır?” Bunu anlamak değil ama başlangıcını öğrenmek için Nazizmin çıkış noktasına bakmak gerekiyor; yani “Versay Antlaşması”na. I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın da içinde olduğu İttifak Devletleri (Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya), İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) karşısında yenilgiye uğrar. Yenilgi sonrası Almanya’nın savaş hali Haziran 1919'da İtilaf Devletleri ile yapılan Versay Antlaşması’yla sona erer. Bu antlaşmada yer alan maddelerden ötürü Almanya’ya ait toprakların büyük bir bölümü diğer ülkelere dağıtılır. Zorunlu askerliğin kaldırılması, uçak ve deniz altı üretiminin durdurulması şartlarının da yer aldığı Versay Antlaşması’ndan sonra aşağılandığını düşünen Almanya’da Nazizm baş gösterir. Nazizm, Almanların üstün bir ırk olduğunu ve başlarına gelen tüm kötülüklerin sorumlusunun başta Yahudiler olmak üzere Romanlar (Çingeneler), komünistler ve sosyal demokratlar olduğunu savunur.

Bu düşünce yapısındaki yönetim sistemi ve siyasî akımı kuran Adolf Hitler, başbakan olarak atanmasından birkaç hafta sonra, 22 Mart 1933’te Dachahu Toplama Kampı’nı kurar. Nazi Sosyalist Hükümeti tarafından kurulan ilk düzenli toplama kampı olan Dachau, daha sonra kurulan bütün kamplara bir model ve kampları yöneten SS’ler (Schutzstaffel-Nazi koruma gücü) için de “Şiddet Okulu” olur. Burada akıllara ziyan 12 yıl yaşanır. Geçen 12 yılda burası medeniyetlerin değil, ancak ölümün beşiği olur.

Bu kampa gitmek istediğimi söylediğimde çok sayıda turistin gittiğini, bu yüzden bulmamın kolay olacağını söylemişlerdi. Kampın Almanya'nın güneyinde, Münih'in 10 mil kuzeydoğusunda bulunan Dachau kasabasının güney doğu bölgesine yakın, eskiden terk edilmiş bir mühimmat fabrika arazisinde yer aldığı şeklinde bilgileri vardı. Ve Dachau’ya kadar gittik. Dachau’da trenden indikten sonra tekrar otobüse binmemiz gerekiyordu. Otobüste gideceğimiz yeri söyleyip, ineceğimiz durağı sorduğumuzda hiç kimse cevap vermeden “bilmiyorum” anlamında başını salladı. Farklı birçok ülkeden sadece burayı görmek için gelen onca insan varken, onların bilmemesine şaşırmıştım. En sonunda bize biri yardımcı oldu. Yugoslav göçmeni olduğunu söyleyen adam, buralarda Almanların bu kampa pek gitmediğini, o yüzden bilmediklerini söyledi ve bize nasıl gidebileceğimizi anlattı.

Taşlı yolda yürürken ilk olarak o döneme ait fotoğrafların olduğu tabelalar ve onlara bakan 20–30 kişilik turist kafileleri karşıladı bizi. Ardından üzerinde “Çalışmak Özgürleştirir” yazan kampın giriş kapısından girdik. Özgürlüğün esamesinin okunmadığı bu yere, daha girmeden bu yazıyı görmek de oldukça ironikti. 

Kristal Gece’den sonra…

Heinrich Himmler, Münih'te polis müdürüyken, görevinin verdiği yetkiye dayanarak kampı siyasi suçluların kaldığı bir kamp olarak tanımlar. Bu başlarda böyle olsa da ilerleyen zamanda burada kalanlar hem çoğalır hem de çeşitlilik arz eder. Savaşın ilk yılında, kampta 4 bin 800 esir vardır. Başlangıçta kamptaki esirlerin büyük bir çoğunluğunu Alman komünistleri, sosyal demokratlar, işçi sendikaları ve Nazi rejiminin diğer siyasi muhalifleri oluşturur. Zaman içinde Yehova Şahitleri, Çingeneler, eşcinseller, akıl hastaları ve aynı suçu yeniden işleyenler gibi başka gruplardan da insanlar Dachau'ya getirilmeye başlar. İlk yıllarda Yahudiler az sayıdadır ve bu kişilerin getirilme nedenleri de gene belirttiğim grupların içinde yer alıyor olmalarıdır.
1937'nin başlarında, SS subayları asıl kampın bulunduğu arazi üzerinde esir iş gücünü kullanarak büyük bir kompleks inşasına başlar. Esirler korkunç şartlar altında, eski silah fabrikalarının yıkımıyla başlayan bu inşaat işinde çalışmaya zorlanır. İnşaat resmen 1938'de Ağustos ayının ortalarında tamamlanır ve kampta 1945'e kadar pek fazla bir değişiklik yapılmaz.

Dachau'daki Yahudi esirlerin sayısı Yahudilere yapılan zulümle birlikte artar ve 10–11 Kasım 1938'de, Kristal Gece’nin (Alman Nazilerince, Yahudi ev, işyerleri ve sinagoglarına yapılmış kanlı ve ölümcül saldırıların adıdır) ardından, 10 binden fazla Yahudi erkek bu kampta hapsedilir.
Dachau Toplama Kampı, kamp alanı ve krematoryum alanı olmak üzere iki bölümden oluşur. Kamp alanı biri Nazi rejimine karşı gelen papazlar için, diğeri de tıbbî deneyler için ayrılmış toplam 32 barakadan oluşur. Kamp idaresi ana girişteki kontrol binasında yer alır. Kamp alanında mutfak, çamaşır odası, duş, atölyeler ve esirlerin kaldığı blok gibi ek binalar vardır. Bugün sergi, sinema salonu, yönetim arşivi, kütüphane ve araştırma bölümlerinin olduğu yapıda eskiden mutfak, giysi deposu, işlikler ve tutuklu hamamı bulunuyormuş. Binanın çatısında ise büyük harflerle “Özgürlüğe giden bir tek yol vardır. Onun kilometre taşları şunlardır: İtaat, dürüstlük, temizlik, itidal, çalışkanlık, disiplin, fedakarlık, doğruluk, vatan sevgisi.” yazıyor.

Kamp hapishanesi, Dachau Toplama Kampı’nda şiddetin merkezidir. Avlusunda kırbaçlama, kolları arkadan bağlı ağaca asma ve kurşuna dizme gibi cezalar uygulanır. Hapishane ve merkez mutfak arasında kalan alan ise esirlerin jüri önüne çıkarılmaksızın infaz edilmesi amacıyla kullanılır. Kampın etrafı yeşil şerit, hendek, elektrikli tel ve üzerinde 7 tane gözleme kulesi olan bir duvarla çevrilidir. SS nöbetçiler esirleri bu kulelerden gözetler ve bir tutuklu yeşil şeride adım attığı an vurulur.

Kamp yolu denen yer iki yanı tutukluların diktiği kavaklarla bezeli barakaların arasından geçen geniş bir yoldur. Bu yol tutukluların çok kısa olan serbest zamanlarında buluşup konuşma yeridir. Kamp yolunun iki yanında dizili barakaların öndeki ilk ikisinin arkasında tutukluların kaldığı numaralanmış on beşer baraka bulunur. Barakalar başlangıçta 200 kişi için yapılır, ancak savaş sonunda bu sayı korkunç bir şekilde artarak her barakada 2 bin tutukluya ulaşır. Özgün barakalar 1964’te oturulamaz durumda olduklarından yıkılmış. Şu anda kampta yer alan numaralanmış temeller yıkılan tutuklu barakalarını ifade ediyor.

1944 ilkyazında SS’ler “özel baraka” denen bir baraka yaparlar. Burası, Ravensbrück Kadınlar Kampı’ndan getirtilip, zorla hayat kadınlığı yaptırılan tutuklu kadınların kaldığı bir yerdir. Bu baraka da şimdi yıkılmış olanların arasında. Eğer olur da giderseniz, bu sahada bugün, hayatlarını yitirenlerin anısına dini binaları ve anıtları göreceksiniz: Katolik Ölüm Korkusu İsa Kilisesi, İsrail Anıtı, Protestan Uzlaşma Kilisesi, Karmel Kadınlar Manastırı Kutsal Kan ve Rus Ortodoks Kilisesi.

“Yaşamalı ve dünyanın neler olduğunu bilmesini sağlamalısın”

1940 yazında SS yönetimi, artan ölüm nedeniyle bir krematoryum yaptırır. Kampın dışında bulunan bu bölüme yalnızca SS’lerin kampından girilir. 1942-1943 yıllarında kitle kıyımı için dört ölü yakma fırını ve bir gaz odasından oluşan ikinci büyük bir krematoryum daha yapılır. Buradaki gaz odasının, insanların öldürülmesi amacıyla kullanıp kullanılmadığına ilişkin güvenilir bir kanıt yok. Bunun yerine, esirler “seçime” tabii tutulur. Çok hasta ya da zayıf olduğuna kanaat getirilenler Avusturya, Linz yakınındaki Hartheim “ötenazi” ölüm merkezine gönderilir. Binlerce Dachau esiri Hartheim'de öldürülür. Bunun dışında SS subayları esirleri öldürmek için, krematoryum alanındaki ateş menzilini ve darağaçlarını kullanır. 1931 doğumlu David Bergman, 1990 yılında yapılan röportajda Dachau krematoryumuna alınmadan önce oda arkadaşları tarafından nasıl kurtarıldığını anlatıyor: “Vardığımızda, ben zaten kendimden geçmiştim. Dachau’ya gelen 150 kişi arasında, hayatta kalan üç kişiden biriydim. Geri kalanlar ölmüşlerdi. Beni bir sedyeye attılar, krematoryuma götürmeye hazırlanıyordu. Beni taşıyan biri, elimin kıpırdadığını, yani hâlâ yaşadığımı fark etti. Ve hayatını riske atarak, beni barakaya götürdü ve sakladılar kendi barakalarında gizlice. Bu yüzden benim orada olmam beklenmiyordu bile. Onlar için, bir kahraman gibiydim. Ben yapabildiysem kendi çocuklarının da yapabileceğini söyleyen babalar vardı. Hiç ‘tayın’ almadığım için… Tayın, orada bir parça ekmek gibiydi. Her biri sahip oldukları bir parça ekmeği alıp, bir parçasını koparıp, bana bir dilim yapıyordu, yaşayabilmem için. Ve bana ‘David, sen yaşamalısın ve dünyanın neler olduğunu bilmesini sağlamalısın’ diyordu.”

Diğer Nazi kamplarında olduğu gibi Dachau'da da, Alman doktorlar basınç odalarını kullanarak yüksek irtifa deneyleri, malarya ve tüberküloz deneyleri, hipotermi deneyleri ve yeni ilaçları hastalar üzerinde denedikleri deneyler yaparlar. Esirler ayrıca deniz suyunun içilebilir hale gelmesini sağlayabilecek testlerde ve aşırı kanamayı durdurmak için yapılan deneylerde yer almaya zorlanır. Yüzlerce esir hayatını kaybeder ya da söz konusu deneylerin sonucunda kalıcı sakatlık yaşar. Auschwitz'deki toplama kampında tıbbî deneylere maruz kalan 1937 doğumlu Irene Hizme, 1995 yılında yapılan röportajda yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Maalesef hastane ve muayenehanelerle ilgili çok fazla anım var. Muayenehanede uzun zaman geçirdiğimi anımsıyorum. Hastanede olduğumu, çok hasta olduğumu da anımsıyorum. Bir defasında doktorun yanına gitmiştik. Benden kan aldılar. Canım çok acımıştı. Çünkü kanı boynumun sol tarafından aldılar. Hatırlamak oldukça garip. Parmağımdan da kan aldıklarını hatırlıyorum, ama o kadar kötü değildi. Ölçümü almaları, tartılmak ya da röntgen için uzun zaman kıpırdamadan oturmak zorunda kaldığımı da hatırlıyorum. Röntgen, yine röntgen ve şırıngalar… Şırıngaları hâlâ hatırlıyorum. Hemen hasta olurdum. Sonra bu hastanede kalırdım. Ateşimin yüksek olduğunu hatırlıyorum. Biliyorum, çünkü biri ateşimi ölçüyordu. Doktorlardan iyice nefret etmeye başladım. Korkmaya başladım. Alıştım. Doktorlardan çok korkuyordum. Hâlâ da korkarım. Kabus gibiler.”

Dachau esirleri zorunlu işçi olarak da çalıştırılır. Başlangıçta esirler çeşitli inşaat projelerinde ve kampta kurulan küçük el sanatları gibi sanayi kollarında, kampın işleyişinde görevlendirilir. Esirler yol yapımında, hendek kazımında ve bataklıkların kurutulmasında çalıştırılır. Savaş sırasında, toplama kampı esirlerinin zorunlu çalıştırılması Alman silah üretiminde gitgide artan bir öneme sahiptir. 1944 yılının yaz ve sonbaharında, savaştaki üretimi artırmak amacıyla, Dachau idaresi altında Güney Almanya'daki silah fabrikalarının yakınlarına yan kamplar kurulur. Sadece Dachau'da 30 binden fazla esirin yalnızca silah yapımında kullanıldığı 30'un üzerinde büyük yan kamp vardır. Bu kamplarda binlerce esir ölesiye çalıştırılır.

Yürüyen iskeletler ve dağılan kamp

Müttefik Kuvvetler Almanya'ya yaklaşırken, çok sayıdaki esirin serbest kalmasını önlemek amacıyla Almanlar sınıra yakın yerlerde bulunan toplama kampı esirlerini taşırlar. Tahliye edilen kamplardaki esirler Dachau'ya getirilir. Bu durum koşulların çok ciddi bir biçimde bozulmasına yol açar. Çok az yiyecek ve suyla günlerce süren yolculuğun ardından, esirler zayıf ve yorgun bir şekilde, ölmek üzereyken kampa ancak ulaşırlar. Artan nüfus, zayıf sağlık koşulları, yetersiz erzak ve esirlerin zayıf düşmeleri nedeniyle tifüs salgınları önemli bir sorun hâline gelir.

26 Nisan 1945'te Amerikan Kuvvetleri kampa yaklaşırken, yarısından fazlası ana kampta olmak üzere Dachau'da kaydı yapılmış 67 bin 665 esir bulunur. Esirlerin 22 bin 100'ü diğer kategorilere girmesinin yanı sıra Yahudi olarak, 43 bin 350'si ise siyasi suçlu olarak sınıflandırılır. 26 Nisan'dan başlayarak, Alman Kuvvetleri çoğunluğu Yahudilerden oluşan 7 binden fazla esiri Dachau'dan güneye, Tegernsee'ye doğru yapılacak ölüm yürüyüşüne çıkmaya zorlar. Ölüm yürüyüşü sırasında, Almanlar devam edemeyecek durumdaki herkesi vurarak öldürür. Pek çok esir de açlık, soğuk ve yorgunluk nedeniyle yaşamını yitirir.

29 Nisan 1945'te, Amerikan Kuvvetleri Dachau'yu dağıtır. Amerikan Kuvvetleri kampa yaklaştığında, Dachau'ya getirilen ve hepsi bozulmanın ileri evrelerine ulaşmış cesetlerle dolu 30'dan fazla tren vagonu bulur. Amerikan Kuvvetlerinde asker olan James Rose, 2004 yılında yapılan röportajda Dachau Toplama Kampı’na girdiklerinde gördükleriyle ilgili izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Dachau'ya geldik ve 222. Alay'ın kampa daha önce girmiş askerleri vardı. Kampın kapısına geldiğimizde, kapı açıldı ve binlerce bir deri bir kemik insanla karşılaştık. Kirlilerdi. Kokuyorlardı ve bir bakışta bazılarının yarı ölü olduğu anlaşılıyordu. Bu savaşa girme nedenimizi daha iyi anladık.” Amerikan askeri Dallas Peyton ise “Gördüklerimin çoğu o kadar kötüydü ki zihnimi kapattım çoğuna. İnsanın kendi kendini korumasıyla falan ilgili olsa gerek sanırım. Yürüyen iskeletlerden ikisinin birbirine doğru sarılmak için yürüdüğünü gördüm. Birbirlerine birkaç metre uzaklıktaydılar, durdular, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve koşmaya çalışıp, kucaklaştılar. Akraba ya da yakın arkadaştılar ve o ana kadar ikisi de birbirinin hâlâ hayatta olduğundan habersizdi. O kadar uzun süredir aynı hapishanede olmalarına karşın hem de” diyor.

Bugün bu kamp, “Dachau Toplama Kampı Anıtyeri” olarak geçiyor. 1965 yılında hayatta kalan eski tutukluların kurduğu “Dachau Uluslararası Komite”nin girişimleri ve planları doğrultusunda Bayern devletinin desteği ile düzenlenerek kurulmuş. Yapılan araştırmalarda 12 yıl boyunca kampta hapsedilen esirlerin sayısı 180 bini geçiyor. 1940-1945 yılları arasında hem Dachau’da hem de yan kamplarda ölenlerin sayısı ise en az 28 bin. Bu rakama 1933 ve 1939 sonuna kadar telef olan insanları ve kaydı yapılmamış esirleri de eklemek gerek. Her halükarda Dachau’da hapsedilen esirlerin toplam sayısı hiçbir zaman bilinmeyecek.


2 yorum: