26 Ocak 2012 Perşembe

Dünler, dünleri kovalar...

Uykudan uyanmak, ilk kez yaşayacağımız bir güne başlamamızdan olsa gerek, iyi veya kötü yeni olayların beklentisi içine sokuyor bizi. İstemsizce beklenen “yeni”ler gelmediğinde umutsuzluğa, umutsuzluk bitmeyen dün hissine neden oluyor. “Bugün neler yaptın?” diye soran birine “Dün’ü yaptım.” demek, aslında bu hissin tam da dile gelmiş hali.

Dün’ün, yıllar sonra, bir altın çileğin çekirdeğini doldurmayacak önemdeki olaylarıyla o kadar meşgul ve onunla o kadar bitmeyen bir ilişki içindeyiz ki, bu yüzden her yeni günde düne gebe, her yeni günde bir dün annesiyiz. Bu dün bebeğinin bir gün içinde bize hücum eden tüm sorunlarından (meme emmez, gazını çıkartamaz, isilik döker, sarılık olur, her şeyi tamamdır ama sanki bir yerini kesiyorlarmış gibi içli içli ağlar) 24 saatlik zaman dilimde hemen bıkar ve uykuya dalmadan hemen önce de öldürürüz onu. Sonra ertesi gün sil baştan. Büyütmeye dair hiçbir çaba göstermediğimiz bu bebeği her gün dünyaya getirir, her gün “yeni doğan” sorunlarıyla boğuşur, her gün bundan yılar, öldürür, sonra ilişkiye girmeye bir son veremediğimizden her gün kucağımıza dün’ü alırız yine.

Sonra bir Türk filmi klişesiyle karşı karşıya kalırız. Elinde bir bebek, yüzünde hayatın darbesini yemiş bir ifade ve söylenen o değişmez cümle “Ben gidiyorum.” Nereye gidiyorsun Allah aşkına! Bir kere yüzündeki o ifadeyi değiştir, çünkü sen her gün aynı şeyleri yaşamaktan hayatın darbesini yemeye fırsat bulamadın. Bir yere gitmeye çalışma, çünkü Dün iflah olmaz bir aşık ve gittiğin yerde de onun çocuklarını doğurmaya devam edeceksin, ta ki bu ilişkiyi sen istemeyene kadar. “Ama ruh hinoğluhin bir orospu çocuğudur aynı zamanda, her zaman güvenilmez ona. Bunu da unuttum.” der Raymon Carver, unutma.   

Dünler, dünleri kovalar, bizim kız uykudan uyanmış mahmur gözleriyle büyütemediği dünlerden yenilikler umar. Uyu kızım, büyü kızım, büyüt kızım…