23 Aralık 2013 Pazartesi

İki ucu 'kötü' değnek


Müzik yaşamına çok daha önce başlasa da, sesine aşina olduğumuz, sevdiğimiz ve hatta özdeşleştidiğimiz Ezginin Günlüğü grubuyla tanıdık Hüsnü Arkan'ı. İzmir'deki konser öncesinde kısa bir söyleşi yaptık kendisiyle. 2010'da ayrılmış olmasına rağmen gruptan, yine de Ezginin Günlüğü ile ilgili sorudan başlamadan edemedik. Beraber geçen 17 yıl, yani yaklaşık 20 sene... 2 jenerasyon onun sesiyle dinledi grubu.
Tabii Ezginin Günlüğü faslından sonra geçtik Türkiye'de geçmişten günümüze devam eden sorunlara ve hızla değişen gündeme. Bu soruları sanatından bağımsız olarak düşünmek neredeyse imkansız. Sadece son çıkarttığı albüm olan "Yalnız Değiliz"i ele alsak bile, bu soruları tam da Hüsnü Arkan'a sorabileceğimizi görüyoruz. "Dağlar" şarkısı Kürt meselesini, "Ne Güzel" şarkısı tutuklu gazetecileri ve albümden bağımsız yaptığı "Eğilin" şarkısı Gezi olaylarını konu ediyor. Arkan'a rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili soruyu sorduğumuzda ise bir taraf olmadığını belirterek, bu operasyonu iki ucu kötü değnek olarak tanımladı.
Bir insan hakkında yaptığı şarkılar veya yazdığı kitaplarla fikir edinebiliyorsunuz; ama "Tanıyorum" demek imkansız gibi bir şey. Fakat Hüsnü Arkan "Tanıyorum" denilebilecek nadir insanlardan. Nasıl düşündüysem, karşımda da o düşüncelerin somut halini gördüm. Naifliği işte o tanıdık sıcak duyguyu beraberinde getirdi, sorular da arka arkaya geldi.
"Hem değişiklik istedim hem de zaman problemim vardı"
Daha önceki röportajlarınızda Ezginin Günlüğün'den ayrılma nedeninizi değişiklik yapmak istediğiniz için olduğunu söylemişsiniz. Neden sadece bu muydu?
Sadece değişiklik değildi. Zaman problemi vardı benim için. Zaten solo bir şeyler yapmayı deniyordum. Arada 'Destur' diye bir albümüm de oldu. Bir arkadaşımla da şu anda ertelenen bir projemiz vardı. Bir de kitap işleri girdi araya. Yani sıklaşmaya başladı o işler. 3 yılda bire indi kitap çalışmalarım. O yüzden bir zaman sorunum vardı ve tercihler yapmam gerekiyordu. Ezginin Günlüğü de devam ediyor ve ben de. Böylece bölünerek çoğalmış olduk.
Grupla çalışıyor olmak daha mı çok zaman alıyordu?
Konserler oluyor. 3 yılda bir albüm çıkartıyorsunuz, onun da çalışmaları bir, bir buçuk yıl sürüyor. Yani daha çok zaman alıyor diyebilirim.
Ezginin Günlüğü dönemini farklı, bu dönemi ise farklı tanımlıyorum diyebilir misiniz?
Öyle bir şey söyleyemem. Gerekçesine bağlı olarak zaman açısından rahatladım. İş yaparken daha bağımsız olarak yapıyorsunuz. Onun kazandırdığı şeyler var. Ama hiç fark etmeyen şeyler de var. Yine aynı sayıda olan bir ekiple çalışıyorum. Yani o konularda pek bir şey değişmiyor.
"Ön planda olmayı sevmiyorum"
Solo albümlerinizde Luxus, Rojin, Birsen Tezer gibi sanatçı arkadaşlarınızla çalışmaya devam ediyorsunuz. Bu grup ruhunu barındırıyor olmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?
O biraz kişiliğinize bağlı. Çok fazla önde görünmek isterseniz, grup içindeyken de bunu yapabilirsiniz. Kişiliğiniz neye el veriyorsa öyle davranırsınız. Benimki de bu. Arkadaşlarla çalışmayı seviyorum. Fazla da ön planda olmayı sevmiyorum.
Hem yazar hem şair hem de müzisyen tarafınız var. Anlatacağınız çok şey var diyebilir miyiz?
İfade gereğinden dolayı bu işi yapıyorum. Bir de bildiğim işler bunlar. Başka iş bilmediğim için bunları yapıyorum. Tutku işi bu sonuçta. Müzik de öyle, edebiyatta öyle. Çok geç yaşlarda başlanan şeyler değil bunlar. Çocuk yaşta kafayı takarsınız. Benim de hem yazma süreci hem de müzikle ilgilenmem, çocukluktan itibaren başladı. Bu da benim açımdan iyi bir şey, çünkü başka bir iş yapmak istemezdim.
Her biri ayrı bir anlamtım şekli sizin için...
Evet. Kendimi ifade edebiliyorum. Fikrimi söylüyorum. İnsanlar dinliyorlar. Zevk aldığınız bir işin karşılığında para da veriyorlar size yaşayabileceğiniz kadar.
Türkiye'nin sorunları veya gündemi ile ilgili fikir beyan ediyorsunuz.
Yani izlemeye çalışıyorum Türkiye'de olan şeyleri; ama izliyorum yalnızca. Halkımız gibi ben de dışarıdan bakıyorum neler olduğuna. Pek fazla müdahale şansımız olmadı bugüne kadar. Ancak Gezi olaylarıyla müdahil olmaya başladı insanlar. O da yeterli midir, yetmez mi Türkiye'nin değişimi için bunu da göreceğiz.
"Gezi bitmez"
Gezi olayları bir milad mıydı? Bu süreç başladı ve bitti mi sizce?
Hayır bitmez. Yeni kuşaklar nasıl davranacakları konusunda bir deneyime sahip oluyorlar. O deneyimi alamazsınız insanların elinden. İstanbul'da mahalledeki çocuklar bile bağırıyorlar "Her yer taksim, her yer direniş!" diye. İnsanların deneyimi ellerinden alınacak bir şey değil ama umutlu olmamızı gerektirecek kadar büyümüş müdür, daha da gelişebilir mi, bunlar zamana bağlı şeyler. Önümüzdeki dönemde ne olacağını göreceğiz. Seçmenin tavrı değişecek mi, hak talepleri yükselecek mi?
Türkiye haklar konusunda çok zayıf bir yer. Sendikalaşma oranı çalışanlar arasında yüzde 8-9 oranında. Polislerin sendikası yok. Polislerin sendikası olmadığı için oradan alınıp oraya konulabiliyor. Bir anda 50 kişi atanabiliyor. Türkiye'de demokrasi yok. Hukuk devleti diyolar; diyemiyolar da gerçi. Öyle bir şey yok Türkiye'de.
Bugün Muharrem İnce'nin konuşmasını dinledim. Bir ajitasyon durumu var. Sürekli bir şeyler söylüyor ve saldırıyor. Ben CHP'li de değilim, AKP'li de değilim. İngiltere'de, Hollanda'da ya da Almanya'da herhangi bir mecliste bu işi yürütmenin, yasamanın merkezi olan yerde insanlar böyle konuşmazlar. Konuşurlarsa da alaya alınırlar. Orada problem konuşulur. Türkiye'de de bu olmalı aslında. Probleme dönülemiyor bir türlü ülkede. Hamasi konuşmalara, nutuklara dönüşünce iş , problemden uzaklaşmış oluyorsun ve çözüm konusunda hiçbir ilerleme olmuyor. 10 yıllardır da böyle gidiyor.
Her şeye öznel yaklaşan, olayları kişiselleştiren bir toplum olduğumuz için sanırım.
Öznellikten mi kaynaklanıyor, demokratik alışkanlıkların yerleşmemesinden mi kaynaklanıyor, kurumların yerleşik olmamasından mı kaynaklanıyor? Birçok sebebi var tabii.
Şu an gündemde olan rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili de fikrinizi alabilir miyiz?
Ben herhangi bir taraf olmadığım için bana iki ucu kötü bir değnek gibi geliyor. Durum ortada. Bir takım kanıtlar var diye söyleniyor. Ben söylenenlere ve yazılıp çizilenlere bakyorum. 3 bakanlık var, 3 bakanın oğlu var ve 75 milyar Türk lirasından bahsediliyor. Bir buçuk ton altının yakalanmasından bahsediliyor. Bunlar acayip şeyler tabii. Ama öte yandan değneğin diğer ucu var. Yargının içinde bir teşkilat var. Politik olarak zora düştüğünde harekete geçen bir teşkilat var. Bu da kötü. İkisi de birbirinden kötü. Bu yüzden yalnızca izleyebiliyoruz. Müdahale edemiyoruz.
Bu durum nereye varır?
Bilmiyorum. Bu da bir süreç. İzliyoruz ama ben bütün bunları ürkütücü buluyorum. Giderek hukuk dışında kalmak, sanki bir kurumlaşma haline geliyor. Hukuk dışı kurumlar daha fazla reel hale geliyor Türkiye'de. Bir de bu durum yasal hale geliyor. Yalnızca rüşvet değil, rüşvetin kovuşturulmasının yapılmasındaki süreç de yasal hale geliyor.
"Hükümet çözüm sürecine seçim yatırımı olarak bakıyor"
"Dağlar"a gelecek olursak, dağlar ne vakit turna görecek?
Kürt hareketinin varlığı yaklaşık 40 yıl olacak. Bizim gibi ülkelerde başka türlü de değişim olmuyor. Şiddetten bahsediliyor. Ben şiddeti seven bir insan değilim. Uygulanmasını olumlayacak bir insan değilim ama her şeyden önce büyük şiddeti, yani devlet şiddetini görme lazım. PKK'nın uyguladığı şiddetle devletin uyguladığı şiddeti teraziye koymak mümkün değil. İkisi de şiddet uyguladı bugüne kadar. Kürt halkının haklarını talep etmeye başladığını görüyorum. 20-25 yıldır oluyor bu ve ben bunu olumlu buluyorum. Sorunu çözecek olan bu talebin yığınsallaşmasıdır, sürekliliğidir. Karşısında bir devlet terörü olmazsa bu iş çözülebilir.
Peki çözülmeye başladı mı?
Ben o konuda pek fazla umutlu değilim. Çünkü çözmeye niyet etmek lazım. Bu hükümetin çok fazla bu niyette olduğunu sanmıyorum. Yalnızca bir seçim yatırımı olarak bakıyor olaya. Ama şöyle olumlu bir tarafı var; 8 aydır böyle bir süreç var ve 8 aydır en azından insanlar ölmüyor.
Politikada gerçek olan şeyi teslim etmek lazım. Bu bir gerçek; kimse ölmüyor 8 aydır. Bunun olumlu bir şey olduğunu söylemek gerek. Ama çözüm süreci ne olur, başarılı olur mu, olmaz mı, bunu da 1-2 yıl içerisinde göreceğiz. Ancak umutlu olduğumu söyleyemem.
"Foça'ya yerleşebilirim"
Foça'ya geldiğinizi duyduk. Bir bağlantınız var mı?
Foça'ya sık geliyorum. Bu yıl iki ay kaldım. Arkadaşımın evi var orada. Çalışmak için gidip kalıyorum. İleride yerleşmeyi de düşünüyorum.
Magazin gündeminden de bir soru soracak olursak, Kanto (Bana Bir Koca Lazım) şarkısını Hülya Avşar'ın söylesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben o konuda yorum yapacak insan değilim. Eğer ben verseydim birine şarkı, o zaman cevap verirdim.