Müzik
yaşamına çok daha önce başlasa da, sesine aşina olduğumuz,
sevdiğimiz ve hatta özdeşleştidiğimiz Ezginin Günlüğü
grubuyla tanıdık Hüsnü Arkan'ı. İzmir'deki konser öncesinde
kısa bir söyleşi yaptık kendisiyle. 2010'da ayrılmış olmasına
rağmen gruptan, yine de Ezginin Günlüğü ile ilgili sorudan
başlamadan edemedik. Beraber geçen 17 yıl, yani yaklaşık 20
sene... 2 jenerasyon onun sesiyle dinledi grubu.
Tabii
Ezginin Günlüğü faslından sonra geçtik Türkiye'de geçmişten
günümüze devam eden sorunlara ve hızla değişen gündeme. Bu
soruları sanatından bağımsız olarak düşünmek neredeyse
imkansız. Sadece son çıkarttığı albüm olan "Yalnız
Değiliz"i ele alsak bile, bu soruları tam da Hüsnü Arkan'a
sorabileceğimizi görüyoruz. "Dağlar" şarkısı Kürt
meselesini, "Ne Güzel" şarkısı tutuklu gazetecileri ve
albümden bağımsız yaptığı "Eğilin" şarkısı Gezi
olaylarını konu ediyor. Arkan'a rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla
ilgili soruyu sorduğumuzda ise bir taraf olmadığını belirterek,
bu operasyonu iki ucu kötü değnek olarak tanımladı.
Bir
insan hakkında yaptığı şarkılar veya yazdığı kitaplarla
fikir edinebiliyorsunuz; ama "Tanıyorum" demek imkansız
gibi bir şey. Fakat Hüsnü Arkan "Tanıyorum"
denilebilecek nadir insanlardan. Nasıl düşündüysem, karşımda
da o düşüncelerin somut halini gördüm. Naifliği işte o tanıdık
sıcak duyguyu beraberinde getirdi, sorular da arka arkaya geldi.
"Hem
değişiklik istedim hem de zaman problemim vardı"
Daha
önceki röportajlarınızda Ezginin Günlüğün'den ayrılma
nedeninizi değişiklik yapmak istediğiniz için olduğunu
söylemişsiniz. Neden sadece bu muydu?
Sadece
değişiklik değildi. Zaman problemi vardı benim için. Zaten solo
bir şeyler yapmayı deniyordum. Arada 'Destur' diye bir albümüm de
oldu. Bir arkadaşımla da şu anda ertelenen bir projemiz vardı.
Bir de kitap işleri girdi araya. Yani sıklaşmaya başladı o
işler. 3 yılda bire indi kitap çalışmalarım. O yüzden bir
zaman sorunum vardı ve tercihler yapmam gerekiyordu. Ezginin Günlüğü
de devam ediyor ve ben de. Böylece bölünerek çoğalmış olduk.
Grupla
çalışıyor olmak daha mı çok zaman alıyordu?
Konserler
oluyor. 3 yılda bir albüm çıkartıyorsunuz, onun da çalışmaları
bir, bir buçuk yıl sürüyor. Yani daha çok zaman alıyor
diyebilirim.
Ezginin
Günlüğü dönemini farklı, bu dönemi ise farklı tanımlıyorum
diyebilir misiniz?
Öyle
bir şey söyleyemem. Gerekçesine bağlı olarak zaman açısından
rahatladım. İş yaparken daha bağımsız olarak yapıyorsunuz.
Onun kazandırdığı şeyler var. Ama hiç fark etmeyen şeyler de
var. Yine aynı sayıda olan bir ekiple çalışıyorum. Yani o
konularda pek bir şey değişmiyor.
"Ön
planda olmayı sevmiyorum"
Solo
albümlerinizde Luxus, Rojin, Birsen Tezer gibi sanatçı
arkadaşlarınızla çalışmaya devam ediyorsunuz. Bu grup ruhunu
barındırıyor olmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?
O
biraz kişiliğinize bağlı. Çok fazla önde görünmek isterseniz,
grup içindeyken de bunu yapabilirsiniz. Kişiliğiniz neye el
veriyorsa öyle davranırsınız. Benimki de bu. Arkadaşlarla
çalışmayı seviyorum. Fazla da ön planda olmayı sevmiyorum.
Hem
yazar hem şair hem de müzisyen tarafınız var. Anlatacağınız
çok şey var diyebilir miyiz?
İfade
gereğinden dolayı bu işi yapıyorum. Bir de bildiğim işler
bunlar. Başka iş bilmediğim için bunları yapıyorum. Tutku işi
bu sonuçta. Müzik de öyle, edebiyatta öyle. Çok geç yaşlarda
başlanan şeyler değil bunlar. Çocuk yaşta kafayı takarsınız.
Benim de hem yazma süreci hem de müzikle ilgilenmem, çocukluktan
itibaren başladı. Bu da benim açımdan iyi bir şey, çünkü
başka bir iş yapmak istemezdim.
Her
biri ayrı bir anlamtım şekli sizin için...
Evet.
Kendimi ifade edebiliyorum. Fikrimi söylüyorum. İnsanlar
dinliyorlar. Zevk aldığınız bir işin karşılığında para da
veriyorlar size yaşayabileceğiniz kadar.
Türkiye'nin
sorunları veya gündemi ile ilgili fikir beyan ediyorsunuz.
Yani
izlemeye çalışıyorum Türkiye'de olan şeyleri; ama izliyorum
yalnızca. Halkımız gibi ben de dışarıdan bakıyorum neler
olduğuna. Pek fazla müdahale şansımız olmadı bugüne kadar.
Ancak Gezi olaylarıyla müdahil olmaya başladı insanlar. O da
yeterli midir, yetmez mi Türkiye'nin değişimi için bunu da
göreceğiz.
"Gezi
bitmez"
Gezi
olayları bir milad mıydı? Bu süreç başladı ve bitti mi sizce?
Hayır
bitmez. Yeni kuşaklar nasıl davranacakları konusunda bir deneyime
sahip oluyorlar. O deneyimi alamazsınız insanların elinden.
İstanbul'da mahalledeki çocuklar bile bağırıyorlar "Her yer
taksim, her yer direniş!" diye. İnsanların deneyimi
ellerinden alınacak bir şey değil ama umutlu olmamızı
gerektirecek kadar büyümüş müdür, daha da gelişebilir mi,
bunlar zamana bağlı şeyler. Önümüzdeki dönemde ne olacağını
göreceğiz. Seçmenin tavrı değişecek mi, hak talepleri
yükselecek mi?
Türkiye
haklar konusunda çok zayıf bir yer. Sendikalaşma oranı çalışanlar
arasında yüzde 8-9 oranında. Polislerin sendikası yok. Polislerin
sendikası olmadığı için oradan alınıp oraya konulabiliyor. Bir
anda 50 kişi atanabiliyor. Türkiye'de demokrasi yok. Hukuk devleti
diyolar; diyemiyolar da gerçi. Öyle bir şey yok Türkiye'de.
Bugün
Muharrem İnce'nin konuşmasını dinledim. Bir ajitasyon durumu var.
Sürekli bir şeyler söylüyor ve saldırıyor. Ben CHP'li de
değilim, AKP'li de değilim. İngiltere'de, Hollanda'da ya da
Almanya'da herhangi bir mecliste bu işi yürütmenin, yasamanın
merkezi olan yerde insanlar böyle konuşmazlar. Konuşurlarsa da
alaya alınırlar. Orada problem konuşulur. Türkiye'de de bu olmalı
aslında. Probleme dönülemiyor bir türlü ülkede. Hamasi
konuşmalara, nutuklara dönüşünce iş , problemden uzaklaşmış
oluyorsun ve çözüm konusunda hiçbir ilerleme olmuyor. 10
yıllardır da böyle gidiyor.
Her
şeye öznel yaklaşan, olayları kişiselleştiren bir toplum
olduğumuz için sanırım.
Öznellikten
mi kaynaklanıyor, demokratik alışkanlıkların yerleşmemesinden
mi kaynaklanıyor, kurumların yerleşik olmamasından mı
kaynaklanıyor? Birçok sebebi var tabii.
Şu
an gündemde olan rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili de
fikrinizi alabilir miyiz?
Ben
herhangi bir taraf olmadığım için bana iki ucu kötü bir değnek
gibi geliyor. Durum ortada. Bir takım kanıtlar var diye söyleniyor.
Ben söylenenlere ve yazılıp çizilenlere bakyorum. 3 bakanlık
var, 3 bakanın oğlu var ve 75 milyar Türk lirasından
bahsediliyor. Bir buçuk ton altının yakalanmasından bahsediliyor.
Bunlar acayip şeyler tabii. Ama öte yandan değneğin diğer ucu
var. Yargının içinde bir teşkilat var. Politik olarak zora
düştüğünde harekete geçen bir teşkilat var. Bu da kötü.
İkisi de birbirinden kötü. Bu yüzden yalnızca izleyebiliyoruz.
Müdahale edemiyoruz.
Bu
durum nereye varır?
Bilmiyorum.
Bu da bir süreç. İzliyoruz ama ben bütün bunları ürkütücü
buluyorum. Giderek hukuk dışında kalmak, sanki bir kurumlaşma
haline geliyor. Hukuk dışı kurumlar daha fazla reel hale geliyor
Türkiye'de. Bir de bu durum yasal hale geliyor. Yalnızca rüşvet
değil, rüşvetin kovuşturulmasının yapılmasındaki süreç de
yasal hale geliyor.
"Hükümet
çözüm sürecine seçim yatırımı olarak bakıyor"
"Dağlar"a
gelecek olursak, dağlar ne vakit turna görecek?
Kürt
hareketinin varlığı yaklaşık 40 yıl olacak. Bizim gibi
ülkelerde başka türlü de değişim olmuyor. Şiddetten
bahsediliyor. Ben şiddeti seven bir insan değilim. Uygulanmasını
olumlayacak bir insan değilim ama her şeyden önce büyük şiddeti,
yani devlet şiddetini görme lazım. PKK'nın uyguladığı şiddetle
devletin uyguladığı şiddeti teraziye koymak mümkün değil.
İkisi de şiddet uyguladı bugüne kadar. Kürt halkının haklarını
talep etmeye başladığını görüyorum. 20-25 yıldır oluyor bu
ve ben bunu olumlu buluyorum. Sorunu çözecek olan bu talebin
yığınsallaşmasıdır, sürekliliğidir. Karşısında bir devlet
terörü olmazsa bu iş çözülebilir.
Peki
çözülmeye başladı mı?
Ben
o konuda pek fazla umutlu değilim. Çünkü çözmeye niyet etmek
lazım. Bu hükümetin çok fazla bu niyette olduğunu sanmıyorum.
Yalnızca bir seçim yatırımı olarak bakıyor olaya. Ama şöyle
olumlu bir tarafı var; 8 aydır böyle bir süreç var ve 8 aydır
en azından insanlar ölmüyor.
Politikada
gerçek olan şeyi teslim etmek lazım. Bu bir gerçek; kimse ölmüyor
8 aydır. Bunun olumlu bir şey olduğunu söylemek gerek. Ama çözüm
süreci ne olur, başarılı olur mu, olmaz mı, bunu da 1-2 yıl
içerisinde göreceğiz. Ancak umutlu olduğumu söyleyemem.
"Foça'ya
yerleşebilirim"
Foça'ya
geldiğinizi duyduk. Bir bağlantınız var mı?
Foça'ya
sık geliyorum. Bu yıl iki ay kaldım. Arkadaşımın evi var orada.
Çalışmak için gidip kalıyorum. İleride yerleşmeyi de
düşünüyorum.
Magazin
gündeminden de bir soru soracak olursak, Kanto (Bana Bir Koca Lazım)
şarkısını Hülya Avşar'ın söylesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben
o konuda yorum yapacak insan değilim. Eğer ben verseydim birine
şarkı, o zaman cevap verirdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder