Uykudan uyanmak, ilk kez yaşayacağımız bir güne
başlamamızdan olsa gerek, iyi veya kötü yeni olayların beklentisi içine
sokuyor
bizi. İstemsizce beklenen “yeni”ler gelmediğinde umutsuzluğa, umutsuzluk
bitmeyen
dün hissine neden oluyor. “Bugün neler yaptın?” diye soran birine “Dün’ü
yaptım.” demek, aslında bu hissin tam da dile gelmiş hali.
Dün’ün, yıllar sonra, bir altın çileğin çekirdeğini
doldurmayacak önemdeki olaylarıyla o kadar meşgul ve onunla o kadar
bitmeyen
bir ilişki içindeyiz ki, bu yüzden her yeni günde düne gebe, her yeni
günde bir
dün annesiyiz. Bu dün bebeğinin bir gün içinde bize hücum eden tüm
sorunlarından (meme emmez, gazını çıkartamaz, isilik döker, sarılık
olur, her
şeyi tamamdır ama sanki bir yerini kesiyorlarmış gibi içli içli ağlar)
24
saatlik zaman dilimde hemen bıkar ve uykuya dalmadan hemen önce de
öldürürüz
onu. Sonra ertesi gün sil baştan. Büyütmeye dair hiçbir çaba
göstermediğimiz bu
bebeği her gün dünyaya getirir, her gün “yeni doğan” sorunlarıyla
boğuşur, her
gün bundan yılar, öldürür, sonra ilişkiye girmeye bir son
veremediğimizden her
gün kucağımıza dün’ü alırız yine.
Sonra bir Türk filmi klişesiyle karşı karşıya
kalırız.
Elinde bir bebek, yüzünde hayatın darbesini yemiş bir ifade ve söylenen o
değişmez cümle “Ben gidiyorum.” Nereye gidiyorsun Allah aşkına! Bir kere
yüzündeki o ifadeyi değiştir, çünkü sen her gün aynı şeyleri yaşamaktan
hayatın
darbesini yemeye fırsat bulamadın. Bir yere gitmeye çalışma, çünkü Dün
iflah
olmaz bir aşık ve gittiğin yerde de onun çocuklarını doğurmaya devam
edeceksin,
ta ki bu ilişkiyi sen istemeyene kadar. “Ama ruh hinoğluhin bir
orospu çocuğudur
aynı zamanda, her zaman güvenilmez ona. Bunu da unuttum.” der
Raymon
Carver, unutma.
Dünler, dünleri kovalar, bizim kız uykudan uyanmış
mahmur
gözleriyle büyütemediği dünlerden yenilikler umar. Uyu kızım, büyü
kızım, büyüt
kızım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder