Dachau Toplama Kampı
Hikaye gibi
dinlediğimiz yüzlerce gerçek olay var. Fakat o olayların yaşandığı yerlere
gitmek bir tokat etkisi yaratabiliyor. Sanki tüm o acı çeken insanlar hep bir
ağızdan “Biz buradaydık, bizi unutmayın!” diye bağırıyorlar. Dachau Toplama
Kampı da böyleydi benim için. Yahudi soykırımını anlatan “Piyanist”, “Schindler'in
Listesi”, “Hayat Güzeldir” gibi filmleri izlesem de kamptaki banyoları, krematoryumu
(ölü yakma fırını), gaz odasını görünce gerçeğin kucağına düşüverdim. O
dakikadan itibaren artık orada vicdanınızla baş başasınız…
Akla ilk gelen
soru şu: “Böyle bir katliam niye yapılır?” Bunu anlamak değil ama başlangıcını
öğrenmek için Nazizmin çıkış noktasına bakmak gerekiyor; yani “Versay
Antlaşması”na. I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın da içinde olduğu İttifak Devletleri
(Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya), İtilaf Devletleri (İngiltere,
Fransa ve Rusya) karşısında yenilgiye uğrar. Yenilgi sonrası Almanya’nın savaş
hali Haziran 1919'da İtilaf Devletleri ile yapılan Versay Antlaşması’yla sona
erer. Bu antlaşmada yer alan maddelerden ötürü Almanya’ya ait toprakların büyük
bir bölümü diğer ülkelere dağıtılır. Zorunlu askerliğin kaldırılması, uçak ve
deniz altı üretiminin durdurulması şartlarının da yer aldığı Versay
Antlaşması’ndan sonra aşağılandığını düşünen Almanya’da Nazizm baş gösterir. Nazizm,
Almanların üstün bir ırk olduğunu ve başlarına gelen tüm kötülüklerin
sorumlusunun başta Yahudiler olmak üzere Romanlar (Çingeneler), komünistler ve
sosyal demokratlar olduğunu savunur.
Bu düşünce
yapısındaki yönetim sistemi ve siyasî akımı kuran Adolf Hitler, başbakan olarak
atanmasından birkaç hafta sonra, 22 Mart 1933’te Dachahu Toplama Kampı’nı
kurar. Nazi Sosyalist Hükümeti tarafından kurulan ilk düzenli toplama kampı
olan Dachau, daha sonra kurulan bütün kamplara bir model ve kampları yöneten
SS’ler (Schutzstaffel-Nazi koruma gücü) için de “Şiddet Okulu” olur. Burada
akıllara ziyan 12 yıl yaşanır. Geçen 12 yılda burası medeniyetlerin değil,
ancak ölümün beşiği olur.
Bu kampa gitmek
istediğimi söylediğimde çok sayıda turistin gittiğini, bu yüzden bulmamın kolay
olacağını söylemişlerdi. Kampın Almanya'nın güneyinde, Münih'in 10 mil kuzeydoğusunda
bulunan Dachau kasabasının güney doğu bölgesine yakın, eskiden terk edilmiş bir
mühimmat fabrika arazisinde yer aldığı şeklinde bilgileri vardı. Ve Dachau’ya
kadar gittik. Dachau’da trenden indikten sonra tekrar otobüse binmemiz
gerekiyordu. Otobüste gideceğimiz yeri söyleyip, ineceğimiz durağı sorduğumuzda
hiç kimse cevap vermeden “bilmiyorum” anlamında başını salladı. Farklı birçok
ülkeden sadece burayı görmek için gelen onca insan varken, onların bilmemesine
şaşırmıştım. En sonunda bize biri yardımcı oldu. Yugoslav göçmeni olduğunu
söyleyen adam, buralarda Almanların bu kampa pek gitmediğini, o yüzden
bilmediklerini söyledi ve bize nasıl gidebileceğimizi anlattı.
Taşlı yolda
yürürken ilk olarak o döneme ait fotoğrafların olduğu tabelalar ve onlara bakan
20–30 kişilik turist kafileleri karşıladı bizi. Ardından üzerinde “Çalışmak
Özgürleştirir” yazan kampın giriş kapısından girdik. Özgürlüğün esamesinin
okunmadığı bu yere, daha girmeden bu yazıyı görmek de oldukça ironikti.
Kristal Gece’den sonra…
Heinrich Himmler,
Münih'te polis müdürüyken, görevinin verdiği yetkiye dayanarak kampı siyasi
suçluların kaldığı bir kamp olarak tanımlar. Bu başlarda böyle olsa da ilerleyen
zamanda burada kalanlar hem çoğalır hem de çeşitlilik arz eder. Savaşın ilk
yılında, kampta 4 bin 800 esir vardır. Başlangıçta kamptaki esirlerin büyük bir
çoğunluğunu Alman komünistleri, sosyal demokratlar, işçi sendikaları ve Nazi
rejiminin diğer siyasi muhalifleri oluşturur. Zaman içinde Yehova Şahitleri,
Çingeneler, eşcinseller, akıl hastaları ve aynı suçu yeniden işleyenler gibi
başka gruplardan da insanlar Dachau'ya getirilmeye başlar. İlk yıllarda
Yahudiler az sayıdadır ve bu kişilerin getirilme nedenleri de gene belirttiğim
grupların içinde yer alıyor olmalarıdır.
1937'nin başlarında, SS subayları asıl kampın
bulunduğu arazi üzerinde esir iş gücünü kullanarak büyük bir kompleks inşasına
başlar. Esirler korkunç şartlar altında, eski silah fabrikalarının yıkımıyla
başlayan bu inşaat işinde çalışmaya zorlanır. İnşaat resmen 1938'de Ağustos
ayının ortalarında tamamlanır ve kampta 1945'e kadar pek fazla bir değişiklik
yapılmaz.
Dachau'daki Yahudi esirlerin sayısı Yahudilere
yapılan zulümle birlikte artar ve 10–11 Kasım 1938'de, Kristal Gece’nin (Alman Nazilerince,
Yahudi ev, işyerleri ve sinagoglarına yapılmış kanlı ve ölümcül saldırıların
adıdır) ardından, 10 binden fazla Yahudi erkek bu kampta hapsedilir.
Dachau Toplama Kampı, kamp alanı ve krematoryum
alanı olmak üzere iki bölümden oluşur. Kamp alanı biri Nazi rejimine karşı
gelen papazlar için, diğeri de tıbbî deneyler için ayrılmış toplam 32 barakadan
oluşur. Kamp idaresi ana girişteki kontrol binasında yer alır. Kamp alanında
mutfak, çamaşır odası, duş, atölyeler ve esirlerin kaldığı blok gibi ek binalar
vardır. Bugün sergi, sinema salonu, yönetim arşivi, kütüphane ve araştırma
bölümlerinin olduğu yapıda eskiden mutfak, giysi deposu, işlikler ve tutuklu
hamamı bulunuyormuş. Binanın çatısında ise büyük harflerle “Özgürlüğe giden bir
tek yol vardır. Onun kilometre taşları şunlardır: İtaat, dürüstlük, temizlik,
itidal, çalışkanlık, disiplin, fedakarlık, doğruluk, vatan sevgisi.” yazıyor.
Kamp hapishanesi, Dachau Toplama Kampı’nda şiddetin
merkezidir. Avlusunda kırbaçlama, kolları arkadan bağlı ağaca asma ve kurşuna
dizme gibi cezalar uygulanır. Hapishane ve merkez mutfak arasında kalan alan
ise esirlerin jüri önüne çıkarılmaksızın infaz edilmesi amacıyla kullanılır.
Kampın etrafı yeşil şerit, hendek, elektrikli tel ve üzerinde 7 tane gözleme kulesi
olan bir duvarla çevrilidir. SS nöbetçiler esirleri bu kulelerden gözetler ve
bir tutuklu yeşil şeride adım attığı an vurulur.
Kamp yolu denen yer iki yanı tutukluların diktiği
kavaklarla bezeli barakaların arasından geçen geniş bir yoldur. Bu yol
tutukluların çok kısa olan serbest zamanlarında buluşup konuşma yeridir. Kamp
yolunun iki yanında dizili barakaların öndeki ilk ikisinin arkasında
tutukluların kaldığı numaralanmış on beşer baraka bulunur. Barakalar
başlangıçta 200 kişi için yapılır, ancak savaş sonunda bu sayı korkunç bir
şekilde artarak her barakada 2 bin tutukluya ulaşır. Özgün barakalar 1964’te
oturulamaz durumda olduklarından yıkılmış. Şu anda kampta yer alan numaralanmış
temeller yıkılan tutuklu barakalarını ifade ediyor.
1944 ilkyazında SS’ler “özel baraka” denen bir
baraka yaparlar. Burası, Ravensbrück Kadınlar Kampı’ndan getirtilip, zorla
hayat kadınlığı yaptırılan tutuklu kadınların kaldığı bir yerdir. Bu baraka da
şimdi yıkılmış olanların arasında. Eğer olur da giderseniz, bu sahada bugün, hayatlarını
yitirenlerin anısına dini binaları ve anıtları göreceksiniz: Katolik Ölüm
Korkusu İsa Kilisesi, İsrail Anıtı, Protestan Uzlaşma Kilisesi, Karmel Kadınlar
Manastırı Kutsal Kan ve Rus Ortodoks Kilisesi.
“Yaşamalı ve
dünyanın neler olduğunu bilmesini sağlamalısın”
1940 yazında SS
yönetimi, artan ölüm nedeniyle bir krematoryum yaptırır. Kampın dışında bulunan
bu bölüme yalnızca SS’lerin kampından girilir. 1942-1943 yıllarında kitle
kıyımı için dört ölü yakma fırını ve bir gaz odasından oluşan ikinci büyük bir
krematoryum daha yapılır. Buradaki gaz odasının, insanların öldürülmesi
amacıyla kullanıp kullanılmadığına ilişkin güvenilir bir kanıt yok. Bunun
yerine, esirler “seçime” tabii tutulur. Çok hasta ya da zayıf olduğuna kanaat
getirilenler Avusturya, Linz yakınındaki Hartheim “ötenazi” ölüm merkezine
gönderilir. Binlerce Dachau esiri Hartheim'de öldürülür. Bunun dışında SS
subayları esirleri öldürmek için, krematoryum alanındaki ateş menzilini ve darağaçlarını
kullanır. 1931 doğumlu David Bergman,
1990 yılında yapılan röportajda Dachau krematoryumuna alınmadan önce oda
arkadaşları tarafından nasıl kurtarıldığını anlatıyor: “Vardığımızda, ben zaten kendimden geçmiştim. Dachau’ya gelen 150
kişi arasında, hayatta kalan üç kişiden biriydim. Geri kalanlar ölmüşlerdi.
Beni bir sedyeye attılar, krematoryuma götürmeye hazırlanıyordu. Beni taşıyan
biri, elimin kıpırdadığını, yani hâlâ yaşadığımı fark etti. Ve hayatını riske
atarak, beni barakaya götürdü ve sakladılar kendi barakalarında gizlice. Bu
yüzden benim orada olmam beklenmiyordu bile. Onlar için, bir kahraman gibiydim.
Ben yapabildiysem kendi çocuklarının da yapabileceğini söyleyen babalar vardı.
Hiç ‘tayın’ almadığım için… Tayın, orada bir parça ekmek gibiydi. Her biri
sahip oldukları bir parça ekmeği alıp, bir parçasını koparıp, bana bir dilim
yapıyordu, yaşayabilmem için. Ve bana ‘David, sen yaşamalısın ve dünyanın neler
olduğunu bilmesini sağlamalısın’ diyordu.”
Diğer Nazi
kamplarında olduğu gibi Dachau'da da, Alman doktorlar basınç odalarını
kullanarak yüksek irtifa deneyleri, malarya ve tüberküloz deneyleri, hipotermi
deneyleri ve yeni ilaçları hastalar üzerinde denedikleri deneyler yaparlar.
Esirler ayrıca deniz suyunun içilebilir hale gelmesini sağlayabilecek testlerde
ve aşırı kanamayı durdurmak için yapılan deneylerde yer almaya zorlanır.
Yüzlerce esir hayatını kaybeder ya da söz konusu deneylerin sonucunda kalıcı
sakatlık yaşar. Auschwitz'deki toplama kampında tıbbî deneylere maruz kalan 1937
doğumlu Irene Hizme, 1995 yılında yapılan röportajda yaşadıklarını şöyle
anlatıyor: “Maalesef hastane ve muayenehanelerle ilgili çok fazla anım var.
Muayenehanede uzun zaman geçirdiğimi anımsıyorum. Hastanede olduğumu, çok hasta
olduğumu da anımsıyorum. Bir defasında doktorun yanına gitmiştik. Benden kan
aldılar. Canım çok acımıştı. Çünkü kanı boynumun sol tarafından aldılar.
Hatırlamak oldukça garip. Parmağımdan da kan aldıklarını hatırlıyorum, ama o
kadar kötü değildi. Ölçümü almaları, tartılmak ya da röntgen için uzun zaman
kıpırdamadan oturmak zorunda kaldığımı da hatırlıyorum. Röntgen, yine röntgen
ve şırıngalar… Şırıngaları hâlâ hatırlıyorum. Hemen hasta olurdum. Sonra bu
hastanede kalırdım. Ateşimin yüksek olduğunu hatırlıyorum. Biliyorum, çünkü
biri ateşimi ölçüyordu. Doktorlardan iyice nefret etmeye başladım. Korkmaya
başladım. Alıştım. Doktorlardan çok korkuyordum. Hâlâ da korkarım. Kabus
gibiler.”
Dachau esirleri
zorunlu işçi olarak da çalıştırılır. Başlangıçta esirler çeşitli inşaat
projelerinde ve kampta kurulan küçük el sanatları gibi sanayi kollarında, kampın
işleyişinde görevlendirilir. Esirler yol yapımında, hendek kazımında ve
bataklıkların kurutulmasında çalıştırılır. Savaş sırasında, toplama kampı
esirlerinin zorunlu çalıştırılması Alman silah üretiminde gitgide artan bir
öneme sahiptir. 1944 yılının yaz ve sonbaharında, savaştaki üretimi artırmak
amacıyla, Dachau idaresi altında Güney Almanya'daki silah fabrikalarının
yakınlarına yan kamplar kurulur. Sadece Dachau'da 30 binden fazla esirin
yalnızca silah yapımında kullanıldığı 30'un üzerinde büyük yan kamp vardır. Bu
kamplarda binlerce esir ölesiye çalıştırılır.
Yürüyen
iskeletler ve dağılan kamp
Müttefik Kuvvetler Almanya'ya yaklaşırken, çok
sayıdaki esirin serbest kalmasını önlemek amacıyla Almanlar sınıra yakın
yerlerde bulunan toplama kampı esirlerini taşırlar. Tahliye edilen kamplardaki
esirler Dachau'ya getirilir. Bu durum koşulların çok ciddi bir biçimde
bozulmasına yol açar. Çok az yiyecek ve suyla günlerce süren yolculuğun
ardından, esirler zayıf ve yorgun bir şekilde, ölmek üzereyken kampa ancak
ulaşırlar. Artan nüfus, zayıf sağlık koşulları, yetersiz erzak ve esirlerin
zayıf düşmeleri nedeniyle tifüs salgınları önemli bir sorun hâline gelir.
26 Nisan 1945'te
Amerikan Kuvvetleri kampa yaklaşırken, yarısından fazlası ana kampta olmak
üzere Dachau'da kaydı yapılmış 67 bin 665 esir bulunur. Esirlerin 22 bin 100'ü
diğer kategorilere girmesinin yanı sıra Yahudi olarak, 43 bin 350'si ise siyasi
suçlu olarak sınıflandırılır. 26 Nisan'dan başlayarak, Alman Kuvvetleri çoğunluğu
Yahudilerden oluşan 7 binden fazla esiri Dachau'dan güneye, Tegernsee'ye doğru
yapılacak ölüm yürüyüşüne çıkmaya zorlar. Ölüm yürüyüşü sırasında, Almanlar
devam edemeyecek durumdaki herkesi vurarak öldürür. Pek çok esir de açlık,
soğuk ve yorgunluk nedeniyle yaşamını yitirir.
29 Nisan 1945'te,
Amerikan Kuvvetleri Dachau'yu dağıtır. Amerikan Kuvvetleri kampa yaklaştığında,
Dachau'ya getirilen ve hepsi bozulmanın ileri evrelerine ulaşmış cesetlerle
dolu 30'dan fazla tren vagonu bulur. Amerikan Kuvvetlerinde asker olan James
Rose, 2004 yılında yapılan röportajda Dachau Toplama Kampı’na girdiklerinde
gördükleriyle ilgili izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Dachau'ya geldik ve 222.
Alay'ın kampa daha önce girmiş askerleri vardı. Kampın kapısına geldiğimizde,
kapı açıldı ve binlerce bir deri bir kemik insanla karşılaştık. Kirlilerdi.
Kokuyorlardı ve bir bakışta bazılarının yarı ölü olduğu anlaşılıyordu. Bu
savaşa girme nedenimizi daha iyi anladık.” Amerikan askeri Dallas Peyton ise “Gördüklerimin
çoğu o kadar kötüydü ki zihnimi kapattım çoğuna. İnsanın kendi kendini
korumasıyla falan ilgili olsa gerek sanırım. Yürüyen iskeletlerden ikisinin
birbirine doğru sarılmak için yürüdüğünü gördüm. Birbirlerine birkaç metre
uzaklıktaydılar, durdular, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve koşmaya
çalışıp, kucaklaştılar. Akraba ya da yakın arkadaştılar ve o ana kadar ikisi de
birbirinin hâlâ hayatta olduğundan habersizdi. O kadar uzun süredir aynı hapishanede
olmalarına karşın hem de” diyor.
Bugün bu kamp,
“Dachau Toplama Kampı Anıtyeri” olarak geçiyor. 1965 yılında hayatta kalan eski
tutukluların kurduğu “Dachau Uluslararası Komite”nin girişimleri ve planları
doğrultusunda Bayern devletinin desteği ile düzenlenerek kurulmuş. Yapılan
araştırmalarda 12 yıl boyunca kampta hapsedilen esirlerin sayısı 180 bini
geçiyor. 1940-1945 yılları arasında hem Dachau’da hem de yan kamplarda
ölenlerin sayısı ise en az 28 bin. Bu rakama 1933 ve 1939 sonuna kadar telef
olan insanları ve kaydı yapılmamış esirleri de eklemek gerek. Her halükarda
Dachau’da hapsedilen esirlerin toplam sayısı hiçbir zaman bilinmeyecek.